Gezegenler, uzayda parlayan yıldızlardan kolaylıkla ayırt edilebilir. Şöyle ki, Gezegenlerin ışıkları yıldızlar gibi kırpışmaz ışıkları atmosferden doğrudan doğruya gelir.
Yıldızların görülebilen bir karakteristik özelliği, onları Güneş Sisteminin beş gezegeni olan Merkür, Venüs, Mars ve Jüpiter ve Satürn’den ayırır. Gezegenler durgun bir ışıkla gözükürlerken, yıldızlar devamlı parıldarlar. Parıldama yıldızların Dünyaya olan mesâfelerinin uzaklığı ve atmosferin yoğunluğunun ortaya getirdiği bir olaydır. Bunun anlamı da yıldızların Dünyaya olan çok fazla uzaklıklarından dolayı büyük diskler hâlinde değil de çok küçük ışık kaynakları hâlinde görüldükleridir. Gezegenler Dünyaya yakın olduklarından disk hâlinde gözükürler. Atmosferdeki yoğunluk değişiklikleri yıldız ve Gezegenlerden gelen ışıkların kırılmasına ve yansımasına sebep olur, böylece parıltılı görüntüleri meydana getirmiş olurlar. Yıldızlar ışık kaynakları olduklarından parlıyor gözükürler. Gezegenler disk olduklarından üzerlerindeki noktaların parıltıları yok olur, duru bir ışığa sâhip olurlar. Ufukta gözüken gezegenlerse daha yoğun Atmosferle kaplı olduklarından parlar gibi gözükürler.
Bulutsuz bir gecede berrak gökyüzüne bakan insanoğlu (elbette kızları da) muhteşem küçük ışık kaynaklarıyla karşı karşıya kalır. Hayranlıkla adlarını ve ne olduklarını bilmedikleri bu küçük nesnelere bakar dururlar. Binlerce yılın alışkanlığını yitirmiş olan insanoğlu gökyüzündeki bu cisimlerin ne olduğu konusunda bilgi sahibi değildir.
Oysa onlarca yıl önce göğe bakan biri kolaylıkla yıldız ve gezegenleri ayırt edebilir. Bunun yanında büyük yıldızların (büyüklük elbette göreceli ve yakınlıkla ilgili burada) ve gezegenlerin adlarını sayabilirdi.
Bugün kentin ışıkları içinde kaybolan gökyüzünde üçbeş yıldız ve iki üç gezegen ancak gözlerimize ulaşabiliyor. Topu topu 10 15 i geçmeyen sayılarına rağmen (inanın gerçek bir gökyüzünden Samanyolu'nu seyrediyorsanız yıldızların sayısı ve parlaklığı konusunda ürkersiniz) bizler hepsinden bihaber yaşayıp gidiyoruz.
Astronomi ile bağlantısını günlük gazetelerdeki astrolojiye (burç atmasyonu) indirgemiş insanın da evrenden öğrenebileceği şeyler sınırlı elbet.
Asıl sorunumuz şehirli cehaletimiz. Bu konuda elimizdeki telefonlara iliştirilmiş epey güzel app var. Ancak ilgimizi çekmiyor. Şahsen birçok okulun sahip olduğu gözlemevlerine revacın azlığına bakarak bile uzay ile insan arasındaki ilişkinin zayıfladığı gözlemlenebilir. Bu bile yaşadığımız aptal çağının üzerimizdeki evrimini gösterir.
Oysa insanoğlu temel anlayışını (insan merkezli evren ile evren merkezli insan görüşüne dönüş) gökyüzündeki gözlemleri sonucu değiştirmiş ve büyük atılımını yapmıştır.
Bugün kenterleşmiş ve çevresindeki her şeye (başta kendi emeğine ve doğaya) yabancılaşmış insanın gafletine bakacağız. Bu gaflet onun genel ahlakı hakkında da bize bilgi verecek . O zaman neden parıltılara gark olduğumuzda aldanmaya müsait olduğumuzu da daha iyi anlayacağız.
Sahte Işıklar
Gökyüzünde görmeye alışık olduğumuz o güzel gece manzarası içerisinde neler olduğunu düşündüğümüzde aklımıza öncelikli olarak yıldızlar, gezegenler ve bir de gecenin en parlak cismi, biricik uydumuz ay gelir. Oysa “yıldızlar” diye genellediğimiz parlak cisimlerin arasında başka türler de mevcut… Ayrıca çoğu zaman uçak, ya da daha spekülatif bir şekilde uçan daire olduğunu düşündüğümüz yapay ya da doğal başka cisimler de var.Güneş haricinde (gece onu göremediğimiz için ) Ay en parlak cisim . Herkes bilir ki Ay güneş ışınlarını bir ayna gibi yansıtıyor. Yani ışığı sahte bir kaynak değil. Ay konusunda şaşırtıcı bir şey yok .
Gökyüzünde güneş sistemimizde yer alan beş gezegen çıplak gözle görülebiliyor (Jupiter, Venüs, Satürn, Merkür, Mars). Bu yüzden eski uygarlıklar, gezegenlerin gezegen olduklarını bilmezlerken, yıldızlardan ayrı olarak gezinip duran (gezegen ismi de buradan gelmiştir) bu beş gezegene tanrısal özellikler atfetmişler.
Sabit yıldızlara karşın, zincir tanımayan ve gökyüzünü boydan boya kesen hür yıldızlar yani seyyareler. İşte işin püf noktası- ki bu arkadaşlar da tanrısal özellikleriyle tanınmalarına karşın ışık kaynağı değiller- gezegenler kendilerine yüklenen hiçbir özelliğe sahip değillerr.
Onlar da zavallı ay gibi birer ayna. yani kendi ferleri yok. Güneşin ışıklarını yansıtmakla mükellef birer aynalar. Özgürlükleri de bize yakın ve bizim de içinde bulunduğumuz bir sistem içinde dönüp durmalarından ibaret .
aslında özgür filan değiller . Evrenin temel fizik yasalarına uygun olarak güneşin etrafında dört dönmeye mecbur kılınmış arkadaşlar. Ah büyük yanılgılar.
Sahte ışıklarıyla bir modern kentlinin görüp ne kadar büyük bir yıldız dediği bu gezegenler hilal yanına yıldız olarak bayraklara bile girmiştir.
Birçok bayrakta ay ve yıldız olarak geçen ve kan üzerine birleştikleri iddia edilen ikiliden yıldız olanı gerçekte bir yıldız değil. (bizimkisinin kosava savaşında olduğu söyleniyor. o zaman Jüpiter) .. Yıldız olmadıkları halde parlaklıklarının insanları aldattığı bu gezegenler her zaman bir kutsiyet sağlamışlar kendilerine.
Sahte ışıkların sonunu bilim getirmiş. önce başka gezegenlerin de uydusu olduğunu yani her şeyin dünyanın çevresinde dönmediği bulunmuş, dünyanın foyası ortaya çıktıktan sonra diğer gezegenlerin fersiz yani kendinde ateşi olmayan basit aynalar olduğu anlaşılmış..... liste uzayıp gidiyor.
Amma lakin çıkarılacak sonuç sahte ışıkların ahmak inandırıcılığından kurtulmak için bilgi gerek .Bilgisiz cehaletimizin her türlü öykü uyduracağını ve çoğunluğun aklıyla bu öykülerin gerçek sayılacağını aklınızdan çıkarmayın . O sahte ışıklara kanılarak uydurulan bir sürü öykünün sosyolojik etkisinden kurtulamadık . kurtulamıyoruz.
Yorumlar
Yorum Gönder