Ana içeriğe atla

Deliliğin Özgürlüğü, Aptallığın Tutsaklığı

AKLISELİM DÜNYADA DELİLİK TEK ÖZGÜRLÜK MÜ?
Stefan Zweig penceresinden Erasmus ve Deliliğe Övgü
 

Yıl 1509... Stefan Zweig, tarihin bu bu kritik dönemini, Erasmus’ un bakış açısıyla özetlemektedir deneme türünde bir başyapıt olan “ Rotterdamlı Erasmus : Zaferi ve Trajedisi” eserinde;

“Erasmus, İtalya da kilisenin tam anlamıyla dinsel çöküntü içinde olduğunu görmüştü; Papa Julius, çevresindeki savaşçılarla, bir paralı asker komutanından (Condottiere) farksızdı; piskoposlar havarilere yakışan bir sadelik içerisinde olacakları yerde, ihtişam ve israf içerisinde yaşamaktaydılar; Erasmus sarsıntılar içindeki bu ülkede gözlerini savaş hırsı bürümüş olan prensleri görmüştü; iktidar sahiplerinin sonsuz cüretine ve halkın korkunç yoksulluğuna tanık olmuştu; bakışlarını bir kez daha saçmalığın uçurumunun derinliklerine çevirmişti.” (s.72) ,


İtalya’ ya hakim ve yukarıda tasvir edilen o kasvetli buluttan sıyrılıp, at sırtında Alp dağlarının güneşli tepelerini aşarken geride bıraktığı karanlığın boğucu pençelerinden bir anlık kurtulma isteği , Erasmus’u belki de gerçek özgürlük olarak tanımlanması gereken “deliliğe” başvurarak, rahatlayabileceği bir ruh haline sokmuştur. Nitekim Zweig tarafından kaleme alınan yaşam öyküsünde de açıkça belirtildiği üzere Erasmus yeryüzünün iktidar sahiplerine yönelik düşündüğü acı hakikatleri dile getirmek için uluorta ve açık seçik konuşabilecek bir karaktere asla sahip değildir. Her türlü bağnazlığın ancak günün birinde kendi başını yemekle nihayet bulacağı, aklın ise beklemesini ve direnmesini bileceğine inanır. Zweig’ ın Erasmus’ u tasvir ettiği şu cümle ile kesinlikle bir eylem adamı olmadığı doğrulanmaktadır ; “..bir karışıklık çıktığında kabuğuna, yani çalışma odasına çekilmeyi herşeye yeğler, kendini ancak kitaplarından örülü duvarın arkasında güvenlik altında hissederdi. Erasmus’ u tehlike anlarında, kaderin dönüm noktalarında incelemek, gözlemciye neredeyse acı verir ve onu hoş diye nitelendirilemeyecek manzaralarla karşı karşıya bırakır; çünkü Erasmus ne zaman bıçak kemiğe dayansa tası tarağı toplar ve alelacele tehlike bölgesinden kaçar.” (s. 65/5), “Onun gibi buluttan nem kapan, kırılgan birinin, Rönesans ve Reform yıllarının çılgın anaforları arasında kitleleri peşinden sürükleyebilen bir önder olamayacağını anlamak için yeterlidir. “ (s. 64)

Yüz çizgileri dahi cesur bir atılganlığı temsil etmezken, zayıf fiziksel duruşu, hastalıklı bünyesi ve sürekli üşüyen vücudu ile yüksek sezgi ve düşünce gücünün yaratılarını eyleme dönüştürmekten aciz olduğu eserde çok kereler ifade edilmiştir. Esasen bir dava uğruna can vermeye Erasmus’ un ne vücudu ne de ruhu izin vermektedir. Kendisi de bunun farkındadır. 1509 yılında İtalya İngiltere arasında yaptığı uzun yolculuk sırasında tüm bu sıkıntıları herhangi bir eyleme geçmeden beraberinde taşımaya devam etmek belli ki bunaltmış, son derece duyarlı bir düşünce insanı olarak yüreğinde hissettiği bu dayanılmaz yükten arınma arzusu onu kendine göre bir eyleme sürüklemiştir. Açıkça değil ama delilik kılıfı altında, olanca yüküyle ve tüm hışmıyla sanki içini dökmüştür “Deliliğe Övgü” ismini verdiği eserinde.

“Erasmus kitabıyla papalığın günahlar listesini açıkça çağın duvarına asmış oluyordu: çok anlamlılık yaratma konusunda bir usta sıfatıyla, söylenmesi tehlikeli ve zorunlu ne varsa, Stultia’nın ağzından din alanındaki yozlaşmalara güçlü bir saldırı olarak yöneltmedeki o büyük sanatsal becerisinden yararlanarak söylüyordu. Ve kırbacı indirenin görünüşte bir delinin eli olmasına rağmen aşağıdaki türden sözlerin eleştirel amacını herkes derhal anlamaktaydı” (s. 78)

“Erasmus’ un ciddi, ağır ve bilimselliğin olanca ağırlığını taşıyan asıl eserleriyle karşılaştırıldığında, bu kısa ve edepsizce bir dille ele alınmış olan taşlama, ilk anda biraz çocukça, içerik açısından da yoksul ve hafif kaçar. Ne var ki sanat eserlerinin tutarlılığını sağlayan öğeler, çapın genişliği ve ağırlık değildir; politika alanında nasıl tek bir çekirdek sözcük, bir espri çoğu kez Demostenesvari bir söylevden daha çok etki uyadırırsa , edebiyat alanında da küçük eserler çoğu kez silindir gibi eserlerden çok daha uzun ömürlü olur. “ derken Zweig, Voltaire’ in yüzseksen ciltten yalnız kısa “Candide” anlatısının canlı kaldığını hatırlatır. Nitekim Erasmus’ un sayısız kalın kitaplarından günümüze kadar kalabilen yazarın seyahat sırasında vakit geçirmek belki iç dökmek amacıyla yazdığı ve bir espriyi andıran “Laus Stultitiae – Deliliğe Övgü” dür. (s. 72-73)

Stefan Zweig’ ın değerli başyapıtını Almanca aslından tercüme eden Ahmet Cemal kitabın girişine eklediği “Zweig ve Erasmus – iki hümanist üzerine notlar” başlıklı yazısında şöyle der ;

“ Biyografide Zweig, Batı hümanizminin kurucusu ve hümanistlerin en büyüğü sayılan Erasmus’ un yaşadığı zaman parçasıyla, yani onbeşinci yüzyıldan onaltıncı yüzyıla geçiş dönemi ile kendi yaşadığı dönem arasında koşutluk kurmuş, insanlık idealleri açısından da kendisini bir anlamda Erasmus’ la özdeşleştirmiştir. Her türlü zorlamayı yadsıyıp her koşul altında iç özgürlüğünü koruma uğrunda çaba harcamak , kimsenin efendisi olmaya kalkışmamak, fakat kimseye de boyun eğmemek; her türlü taraf tutmadan, özellikle de içine zorbalığın karıştığı çekişmelerden kaçıp kendi kitaplarının dünyasına sığınmak ; hiç bir sav ya da düşünceye baştan düşmanca yaklaşmamak, ama buyurgan nitelik almaya başladığı anda, her savın ya da düşüncenin karşısına dikilmek; bütün bunlar gerek Erasmus’ un gerekse de Zweig’ ın kişiliklerinden birbiriyle bütünüyle örtüşen niteliklerdir. “ (S. 10) 


Ahmet Cemal iki hümanisti paralelleştirirken, bu giriş yazısında Zweig’ ın 1936 yılına ait ve bağnazlığın her türlüsüne karşı savaş ilanı anlamını taşıyan iki önemli eserine işaret eder; ‘Calvin’ e karşı Castellio’ ve ‘Zorbalığa karşı Özgür Düşünce’. Burada Nazi Almanya’sının çığrından çıktığı dönemde bireyin insan olarak kutsallığını ve dokunulmazlığını son bir kez savunmayı denemiştir. Zweig’ ın yurdundan olup eşiyle birlikte 1942 yılında Brezilya’ ya sığınmak zorunda kaldığı, daha sonra Naziler yenilse bile bu dünyadan bekleyebileceği bir şey kalmadığı için yaşamını trajik bir karar ile noktaladığı da hatırlatılmaktadır Ahmet Cemal’ in giriş yazısında. Diğer bir saptama ise Zweig’ ın “ Erasmus biyografisi” eserinin altmışlı ve yetmişli yıllarda, öğrenci hareketlerinde bağnaz uçlar belirmeye başladığında da kapışılmış olmasıdır. Ahmet Cemal’ e göre eserin özgür düşüncenin bayraktarlığını yapma işlevinin sadece Nazi Almanya’sının sonlanması ile sınırlı olmadığıdır. Der ki ; “ Rotterdamlı Erasmus: Zaferi ve Trajedisi, insanlık düşünce özgürlüğünü ve birey olarak insan hayatının taşıdığı kutsallığı bildiği sürece, güncelliğini yitirmeyecektir.”

O halde sormamız gerekmez mi;
Dünya tarihi, dinsel bağnazlığın toplumları büyük travmalara ve kanlı felaketlere
sürüklediğinin örnekleriyle doluyken aklıselimin payına hep delilik mi düşmek zorunda?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kolektif Aptallık

KOLEKTİF APTALLIK YASASI 92 baharında Harvard Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Ana Bilim Dalı Başkanı kansere yakalanır ve kısa bir süre sonra ölür. Her ne kadar olayın Rus ajanlarının suikastı olduğu söylentileri ortalıkta gezse de kısa sürede olayın üstü kapatılır. Her gün onlarca mühim deneyin yapıldığı milyonlarca insanın hayatına etkileyen eğilimlerin belirlendiği merkezin en kilit adamı ölmüştür ve sorun büyüktür. Üniversite yönetimi aylarca bu pozisyon için uygun birini arar ama pozisyona uygun kimse bulunamaz. Son çare olarak ülkenin en prestijli gazetelerine psikoloji alanında doktora öğrencisi alımı yapılacağı duyurusu yapılır. Yapılan duyuru biraz enteresandır. Diğer öğrenci alımı ilanlarına benzemez. Duyuruda şart yoktur, koşul yoktur, sınav yoktur, yeterlilik yoktur. Kısacası duyuruda normal bir öğrenci alımı ilanındaki rutinlerin hiçbirinin aranmamaktadır. Yani bu şu anlama gelmektedir: ilana bir profesör de başvurabilir, bir manav

Ayine-i iskender

İskender'in Aynası                        İskender'in aynası. "Ayîne-i âlem-nümâ (Cihanı gösteren ay­na)" olarak da bilinen bu ayna hakkında çeşitli rivayetler mevcut olup bunların birçoğu efsane niteliği arz eder. İskender İskenderiye şehrini kurduğu zaman orada bulunan hekim­lerden Belinas, Hermis ve Valines bir ayna yapmışlar ve yüksek bir yere koymuşlardı. Güya bu aynada oraya gelmekte olan gemiler daha bir aylık yolda iken görülebilirmiş. Eğer gelen düşman gemisi ise bu aynadan güneş ışığı yansıtılarak daha uzaktayken yakılabilirmiş. İskender tarafından hocası Aristo'ya yaptırıldığı da rivayet edilen bu aynanın bir gece, bekçileri uyurken çalınıp denize atıldığı yine efsâneler arasındadır. Bazı kaynaklar­da bu aynanın Hind hükümdarı Kayd tarafından İskender'e hediye edilen dört kıymetli eşyadan biri olduğu söylenir. Yuvarlak (top ayna) ve düz olduğu hakkında ihtilâf bulunan bu aynanın iki tarafı da gösterirmiş. Arka yüzüne yalancılar baktığı zaman gör

Aptallık ve Termodinamik Yasaları

Aptallık ve Aptalın Termodinamik Analizi by   alisefiksedef Özet:  Bu yazıda aptallık kavramı soyutfiziksel açıdan incelenmiş olup termodinamik yasaları çerçevesinde yorumlanmıştır. Araştırmalarımız sonucunda aptalın, dünya ve evren için hayati öneme sahip olup, insanlığın gelişimi için en az akıllılar kadar (ve belki de daha fazla) gerekli olduğu bilim literatüründe ilk defa ispatlanmıştır. 1.  Giriş Aptallık hemen her gün karşımıza çıkan bir zihin durumudur. Bu zihin durumu insanlarda geçici veya kalıcı olarak bulunabildiği gibi, bazı durumlarda bulaşıcı bile olabilir. Ne yazık ki bilim dünyası, aptala hakettiği değeri vermemiş ve inceleme altına almamıştır. Termodinamik kanunları (özellikle ikinci kanun) çevremizde her gün karşılaştığımız bir çok fiziksel olayı açıklamakta ve bu fiziksel olaylara alternatif bir bakış açısı önermektedir. Bu çalışmamızda aptallık ve aptalı termodinamik açıdan inceledik, ve dünyada ilk kez aptalın evrensel boyuttaki önemini teorik olar